27 Kasım 2011 Pazar
DANİMARKA’DAKİ İŞİTME CİHAZI MERKEZLERİ NASIL?
SAĞLIK YÖNETİCİLERİ ÇALIŞMALARI DEĞERLENDİRDİ
23 Kasım 2011 Çarşamba
“SİGARA HODGKİN LENFOMAYA NEDEN OLUYOR”

22 Kasım 2011 Salı
PROTOMİK TARAMA İLE TÜM KANSERLER BELİRLENİYOR
CİLT SORUNLARINA ERKEN TEŞHİS İÇİN YENİ VISIA 3D



21 Kasım 2011 Pazartesi
ISMARLAMA PROTEZ VE ORTEZ MERKEZLERİNDEKİ SON YENİLİKLER
20 Kasım 2011 Pazar
“FİZİK TEDAVİ İLE ROMATOLOJİ KARIŞTIRILMAMALI”




19 Kasım 2011 Cumartesi
GAZİ TIP'TA ÖĞRENCİ KONGRESİ
18 Kasım 2011 Cuma
MUAYENEHANE AÇMAK İÇİN VALİLİKLERE GİDİLECEK
17 Kasım 2011 Perşembe
ÜNİVERSİTELER SÖZLEŞMELİ HOCAYA NASIL BAKIYOR?
16 Kasım 2011 Çarşamba
İLAÇ KULLANIMINDA DEVRİM
Türkiye'de yıllık ilaç harcamasının 17 milyar lira olduğunu ve bunun yaklaşık yarısının kutusunun açılmadan çöpe gittiğini belirleyen Sağlık Bakanlığı yanlış ve gereksiz ilaç kullanımının önüne geçmek için devrim niteliğinde kararlar aldı. İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü Akılcı İlaç Kullanımı Şube Müdürü Dr. Deniz Dedeoğlu, "Doğru ilaç kullanımının ilköğretimde ders olarak anlatılmasını istiyoruz. Güvenli kapak uygulamasına dair bir proje yürütüyoruz. Özellikle çocukların kolaylıkla açamayacağı ilaç kutularını sağlamaya çalışıyoruz. Tıbbi kongre ve toplantılarda akılcı ilaç kullanımına dair oturum yapma zorunluluğu getirildi" dedi.
Halka, sağlık çalışanlarına ve eczacılara yönelik bilgilendirme kampanyası başlattıklarını anlatan Dedeoğlu, hastanelere asılmak üzere 'İlacın ne eksik ne fazla' sloganıyla afişler ve broşürler hazırlandığını söyledi. Dedeoğlu, amacın doğru ilaç kullanımına yönelik farkındalık yaratmak olduğunu ifade etti.
23 Tıp Fakültesinde Akılcı İlaç Kullanımına Yönelik Programlar Var
Yanlış ilaç kullanımında Türkiye'nin en önemli sorununun gereksiz ve yanlış antibiyotik kullanımı olduğunu belirten Dedeoğlu şöyle konuştu: "İlaç mutlaka hekim tarafından önerilmeli. Hasta illa antibiyotik istiyor ve hekimle tartışmaya girebiliyor. Hekim antibiyotiği yazmak zorunda kalabiliyor. Ağrı kesici amaçlı bile kullanabiliyorlar. Antibiyotiğin gereksiz kullanımı direnç gelişmesine neden olabiliyor. Dolayısıyla çok düzgün bir şekilde hekimin belirlediği standartlarda kullanılmalı. Yoksa yararından daha çok zararı olacak bir ilaç. 23 tıp fakültesinde akılcı ilaç kullanımına yönelik programlar var. Daha çok olsun istiyoruz. Bu konuda YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığı'yla görüşüyoruz. Bir de komşu tavsiyesiyle ilaç kullanımı sorunu var. Ancak her insan farklıdır ve komşunun ilacı sana iyi gelmeyebilir."
İlaçta Güvenli Kapak Uygulaması
Sağlık çalışanlarına ve eczacılara yönelik eğitim verilmesinin planlandığını aktaran Dedeoğlu, "İlaç kutularına yönelik bir çalışmamız var. Şuanda güvenli kapak uygulamasına dair bir proje yürütüyoruz. Özellikle çocukların kolaylıkla açamayacağı ilaç kutularını sağlamaya çalışıyoruz. Bas-çevir kapakları çocuklar açmayı pek beceremiyorlar. Biz özellikle telepatik indeksi dar dediğimiz yani az dozlarda bile zehirleyici etki gösterecek ilaçları tercih ederek, bunları güvenli kapak uygulansın istiyoruz. Böyle bir talebimiz var. Şuanda bir zorunluluk, katı yaptırımlarımız yok. Gönüllülük esas. Ama yavaş yavaş oturacak. Çünkü üreticinin bu konuda alt yapısını değiştirmesi gerekiyor" dedi.
Dünya Sağlık Örgütü'nün verilerine göre tüm dünyadaki ilaçların yaklaşık yüzde 50'si yanlış ya da gereksiz kullanıldığını kaydeden Dedeoğlu, "Türkiye'de bunu yüzde 40'lara bile çekebilsek büyük başarı" diye konuştu.
14 Kasım 2011 Pazartesi
CERRAHLAR “İNSAN GENOM PROJESİNİ” ELE ALACAK
Türk Cerrahi Derneği (TCD) tarafından 2 yılda bir düzenlenmekte olan, 6.Cerrahi Araştırma Kongresi 8-10 Aralık 2011 tarihlerinde Ankara Sheraton Otel’de gerçekleştirilecek. Tüm cerrahi branşları kapsayacak olan kurslar asistan ve uzmanlar katılabilecek. Kongre sırasında tüm bilim adamlarını ilgilendiren iki konu ele alınacak. Kongre Başkanı Prof. Dr. Ayhan Kuzu şunları söyledi: “İnsan genom projesi” ve bu projenin insan sağlığı üzerine etkileri detaylı bir şeklide konuşulacak. Bilimsel araştırmalarda insan genom projesinin yeri, koruyucu hekimlikteki önemi ve cerrahi araştırmalardaki boyutu konuşmacılar tarafından cerrahi bilim dünyasına aktarılacak.
Cerrahlar ile Bakanlık Yetkilileri Görüşecek
Kongrede ek olarak son günlerde sağlık çalışanlarını yakından ilgilendiren performans uygulamaları, Tam Gün yasası ve bilimsel çalışmalar üzerindeki etkileri detaylı olarak Sağlık Bakanlığı yetkilileri ile bir forumda konuşulacak.
Ülkemizde genel cerrahi çatısı altında çalışan meslektaşlarımızı bilim dünyasındaki gelişmelerden haberdar etmek, bu yeniliklerin uygulama alanındaki yerlerini tartışmak ve bilimsel çalışmaların metodolojilerini öğretiliyor. Ayrıca araştırma metodolojileri, makale yazım teknikleri, etkili sunum yöntemleri, tez hazırlanmasında dikkat edilmesi gereken aşamalar, etik kurallar ve iyi klinik uygulamaları öğretilecek.
“Editörler Kursu"
Bu kongrede ilk defa, Türkiye'de çıkan cerrahi dergilerin yayın kalitesini arttırmak için "Editörler Kursu" düzenlenecek. Gerek TCD'nin çıkardığı Ulusal Cerrahi Dergisi gerekse sizlerin çıkardığı cerrahi dergilerin yayın kalitesini arttırmak büyük önem taşıyor. Böylelikle ülkemizde çıkan tüm cerrahi dergilerin bilimsel çıtasını daha da yükselterek genç araştırmacılarımıza daha iyi bir gelecek hazırlamayı hedefliyoruz.
Tüm cerrahi bilimler çatısı altında çalışan asistan, uzman ve genç araştırmacıların kongreden yararlanacaklarına inanmaktayız.”
Kongrenin web sitesi:
13 Kasım 2011 Pazar
“FMF” HASTALARI “APANDİSİT” TEŞHİSİYLE AMELİYAT EDİLMESİN

Karın, göğüs ağrısı ve ateşle ortaya çıkan Ailesel Akdeniz Ateşi(FMF) hastalığı, benzer bulgular gösteren apandisit ile karıştırabiliyor. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Melike Melikoğlu, gereksiz apandisit ameliyatı yapılmaması ve doğru tanı ile tedavinin yapılabilmesi için “aile öyküsünün” mutlaka sorulması gerektiği uyarısında bulundu. 5. Türk-Yunan Romatoloji Günleri ve 12. Ulusal Romatoloji Kongresi'nde konuya dikkat çeken Prof. Dr. Melikoğlu, Ailesel Akdeniz Ateşi'nin, Türkiye'de, İsrail'de, Ermenistan'da, Kuzey Afrika ve Arap ülkelerinde sık görülen bir hastalık olduğunu söyledi.
Hastalığın, aniden başladığını, karın ağrısı, göğüs ağrısı ve ateş atakları ile seyrettiğini anlatan Prof. Dr. Melikoğlu, “Bu ataklar genellikle 3 ila 10 gün sürüyor ve kendiliğinden geçiyor. Ataklar çoğunlukla birkaç ayda bir, bazı hastalarda ise ayda birkaç kez ortaya çıkıyor” dedi.
“FMF Hastası, Apandisit Operasyonu Geçirmektedir”
FMF tanısı için birinci basamak hekimlerin de çok dikkatli olması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Melikoğlu, “Tekrarlayan karın ağrısı ve ateş atakları olan çocuklarda, özellikle de ailede başka FMF hastası varsa tanının FMF olma olasılığı yüksektir. FMF hastaları, karın ağrısı ve ateş atakları ile acile başvurduğunda, ataklar ''apandisit'' ile karışabiliyor. Bu nedenle birçok ailesel Akdeniz ateşi hastası çocukluklarında, apandisit operasyonu geçirmektedir'' dedi.
FMF tanısından emin olunamayan olgularda ilaca başlanması gerektiğini dile getiren Prof. Dr. Melikoğlu, tedaviye yanıtın değerlendirilmesi ve bu yolla tanı konulması gerektiğini söyledi.
“Tedavi Edilmezse Diyaliz Gerektiren Böbrek Yetersizliğine Yol Açabilir”
FMF'de eklem tutulumunun, genellikle ayak bilekleri ve dizleri etkileyen, üzeri kırmızı, ağrılı şişlikler şeklinde olduğunu belirten Prof. Dr. Melikoğlu, diğer birçok iltihaplı romatizmanın aksine, FMF'de eklem tutulumunun kalıcı hasar bırakmadığını vurguladı. Prof. Dr. Melikoğlu, hastalığın tedavi edilmediğinde çeşitli komplikasyonlara yol açabileceğini ifade ederek, şunları kaydetti: “Bu durumda ortaya çıkan en önemli komplikasyon, böbreklerde ve diğer organlarda amiloid birikimi ile seyreden amiloidozdur. Bu durum ileri aşamalarda diyaliz gerektiren böbrek yetersizliğine yol açabilir Amiloidozu önleyebilmek için FMF hastalarının ilaçlarını düzenli olarak kullanması gerekir. Tanı konulmasındaki gecikme veya hastanın atak dışı dönemlerde kendini iyi hissetmesi nedeniyle ilacın kullanılmaması amiloidoz ile sonuçlanabilir.”
11 Kasım 2011 Cuma
DOKTOR EŞİ OLMAK!

Performans sistemi, Tam Gün uygulaması gibi sağlık çalışanlarının meslekleri ile ilgili sorunlarının sık sık gündeme geldiği şu günlerde, bu durumun özel hayatlarına nasıl yansıdığını araştırdık. Doktorların işlerinde yaşadığı sorunlarını yakından bilen eşleri bu durum hakkında ne diyor. Bu zamana kadar değinilmemiş bir konu olan “doktor eşi olmak” ve sorunlarla uğraşırken nelerin olduğunu öncelikle farklı meslek gruplarından doktor eşlerine sorduk. Sonrasında da Evlilik ve Aile Danışmanı Psikolog İlkim Öz ile konuyu değerlendirdik.
Tiyatro Sanatçısı ve Doktor Evliliği
Görüştüğümüz ilk doktor eşi tiyatro sanatçısı İpek Çeken Önal, Prof. Dr. Zülküf Önal ile evli. İpek Hanım, eşiyle her hangi bir iletişim sorunu yaşamadıklarını, çok ciddi tartışmalara girseler bile, sorunu mutlaka konuşarak çözüme kavuşturduklarını söyledi. Eşim ile küs kalmam diyen İpek Hanım, “Evlilik olduğunda aşkın etkisi bitiyor. Ancak Zülküf’ün, hem doktor hem de iletişime açık olduğu için evlendim. Birbirimizi dinleriz, sonrasında da sorunu çözeriz. Zülküf bana hep der, “nereden bulacağım senin gibisini”, bence de…
Hayatımda ilk defa 18 aydır işimle ilgili teks ve kitap okumak haricinde hiçbir şey yapmıyorum. Tiyatro ve dizi yapmıyorum. Aslında ben çalışırken bile kendimi dinlendiririm. Bundan 4 yıl önce Şinasi sahnesinde sergilenmekte olan “Suçlu Yürekler” adlı bir oyunu ve “Bizim Evin Halleri” de bitti.
Hep apartmanda oturan biriyken şimdi bahçeli evde yaşamaya başladım. 7 yıl Ankara Devlet Tiyatrosu müdürlüğü yaptım. O zaman 24 saat yetmiyordu. Aynı meslekten olanlar evde de işte de aynı insanların olmasından sıkılıyorlar. Bizim mesleklerimiz birbirini besleyen meslekler, ben Zülküf’ten, beyinle ilgilenmesinden dolayı çok faydalandım. Bu konuda çok kitap okudum. Bizim mesleğimiz tamamen gözleme dayalı bir meslek olduğu için o bana çok yardımcı oldu.
Her Hastasıyla Hasta Olur, Her Ölümle Bizim Evde Helva Kavrulur
Bekarken bizim evimizde gece saat 10’dan sonra telefon çalmazdı. Çaldığı andan itibaren kötü haber diye yüreğimiz ayağa kalkardı. Şimdi Zülküf’e gece 4’te telefon gelip hastaneye gidebiliyor. Hiç güzel bir haber ile de aranmıyor. Her hastasıyla hasta olur, her ölümle bizim evde helva kavrulur.
Bazen Birbirimizi Görmüyoruz
Gece çalışan benim, akşam 7’de Zülküf eve girer ben evden çıkarım. 7’de tiyatroda olmam gerekiyor, bazen birbirimizi görmüyoruz. Gece 12’de eve geliyorum. Biz sanatçılar gece oyun oynadıktan sonra iki oyun daha oynayabilecek kadar adrenalin salgılarız. Dolayısıyla uykuya geçemiyoruz. Evlilik zor, ama ben çok muhabbetin tez ayrılık getirdiğini düşünenlerdenim. İnsanlar çok fazla bir arada olmamalı. Birbirimizi çok eleştiren insanlarız. Kırıcı olarak değil ancak, bu eleştirilerin bizi iyiye getirmesini isteriz.
Aşkın Yanında İyi Arkadaş Olmayı Başardık!
Bir kişi aşık olduğu noktada o kişinin arkadaşlığını bir noktada kazanıp evlenirse o ilişki uzun sürer. Aşık olmadan arkadaş olup çocuk yapmak için evlenirse, çocukla birlikte aşkta doğar ve arkadaşlıkta doğar, o çocukta çok güzel bir ortamda yetişir. Biz aşık olduk ve aynı zamanda arkadaş olduk. Kavga edilmeyen evlilik sağlıklı gitmez, iki tarafında alışkanlıklarına anlayışlı olmak gerekiyor. Kendinize zaman ayırmak, ahlaklı olmak ve karşılıklı saygı çok önemli. Her okuduğumdan bir ibretlik not çıkartırım, sonra Zülküf’te okur. Sonra karşılıklı kitap üzerine konuşuruz.
Doktorluk Okuması ve Öğrenmesi Bitmeyen Bir Meslek
Zülküf, ne iş yaparsa yapsın en iyisi olmak istemiştir. Mesleki hayatında “ben ömrümün sonuna kadar destek olacağım” demiştim. Hala da aynı sözümü tutuyorum. Zülküf’ün okuması ve öğrenmesi bitmiyor. Onların adlarının önüne unvanlar yerleştiriliyor. Bizim yıllarımız var, çektiğimiz dizilerimiz ve oynadığımız oyunlarımız var” dedi.
Müzisyen ve Doktor Evliliği
Görüştüğümüz diğer doktor eşi ise müzisyen Pınar Ayhan, Prof. Dr. Sühan Ayhan ile evli. Doktor eşi olmanın zor olduğunu ancak empati yeteneğinin çok önemli olduğunu ifade eden Pınar Hanım, doktorun özellikle cerrah ise gün boyunca yaşanan sıkıntıları, zorlukları içinde hissettiğini söyledi. Pınar Hanım şunları söyledi: “Çocukları olan bir anne iseniz, çoğu zaman sorumluluklar size aittir. Ancak, eve içi rahat ve huzurlu bir baba geldiğinde ise, siz de günü mutlu bitirmenin bir parçası olmaktan gurur duyarsınız. Doktor eşi olmak, zorluklarına rağmen, çok gurur verici bir duygu. Doktor olmayan bir insan ancak doktor eşi olduğunda hayatın kıymetini anlıyor ve şükrediyor. Sağlığın değerini biliyor. Son dönemde yaşanan değişiklikler, belirsizliklere sebep olduğu için duygusal anlamda çok yorucu oluyor. Yarın ne olacağının hesabını yapmak insanın işine yoğunlaşmasını olumsuz yönde etkilerken, aile ve sosyal hayat da bu durumdan payını alıyor. Sağlık dağıtması beklenen doktorlar, ruhen sağlıksızlaşıyor ve mutsuz oluyor. Geleceğe bakmaya çalışırken, bugünde saplanıp kalıyorsunuz.
İletişime Kapatılan Erkekler Olduğunu Düşünüyorum
İletişimin çıkmaza girdiğinin hissedildiği anlarda, geriye çekilip biraz sakinleşmek ve daha sonra hayatta aslında önemli olanın aile içindeki sevgi ve huzurun olduğunu hatırlamanın büyük faydası oluyor. Kendini iletişime kapatan erkek yerine iletişime kapatılan erkekler olduğunu düşünüyorum. Olumlu ve zeka içeren iletişimin, erkekler tarafından kapatılacağına inanmıyorum.
Her An Yeniden Aşık Olmak, Beyinin Bir Yeteneği
Aşkın beslendiği taktirde hiçbir zaman biteceğine inanmıyorum. Her gün, her an yeniden aşık olmanın, beyinin bir yeteneği olduğuna inanıyorum. Kendine saygı duyan ve saygı duyulmanın gereğini yapan bir insanın eşi de aşk ve sevgi ile harmanlanmış bir ilişkiyi sonsuza kadar sürdürebilir..
Merak ve Öğrenme İsteği, İki Tarafa da Heyecan Verebilir
Meslek farkı, eğer sevgi, anlayış ve ilgi ile yaklaşılırsa, ilişkiye çok büyük zenginlik katar. Merak ve öğrenme isteği, iki tarafa da heyecan verebilecek bilgiler katabilir. Mutlu evliliğin sırrı, sıcak, huzurlu bir yuva yaratıp; günün sonunda o yuvaya koşarak gelmektir.”
Görüştüğümüz bir diğer doktor eşi ise balerin Nalan Civelek’ti. Doç. Dr. Birol Civelek ile evli olan Nalan Hanım, doktor eşi olmanın hem iyi hem de kötü yönleri olduğunu ve mezuniyetinden bugüne kadar adeta tüm zorlukları problemleri onunla birlikte yaşadığını söyledi. Nalan Hanım, “Dolayısıyla kendimi eşimin mesleğinin bir parçası olarak görüyorum. Son dönemlerde yaşanan değişikliklerden etkilenmiyorum diyen doktor eşi herhalde yoktur diye düşünüyorum. Herkeste bir şaşkınlık ve belirsizlik söz konusu. Eşim kamuda çalışıyor ama kafası çok karışık. Tabiî ki bu durum evde herkesi etkiliyor. Doktor eşi olarak hem de tıbba uzak birisi olsanız da, kendinizi konulardan uzak tutmanız mümkün değil. Bütün değişimleri gündemi sizde hissediyorsunuz.
Erkeklerin İletişime Kendilerini Kapattıklarına Katılıyorum
İletişim sorunu olduğunda eşimi kendi başına bırakmak isterim. Erkeklerin iletişime kendilerini kapattıklarına katılıyorum. Çünkü bende bu konuda eşime benziyorum. Her evlilikte sorunlar vardır, önemli olan bu sorunları büyütmemek gerekir. Kişi kendini mutlu edebiliyorsa eşini de mutlu etmemesi için bir sorun yoktur. İyi bir evlilik ortada ne kadar birleştiğindir
Mesaisi Yok Doktorluğun
Aşkın belli bir ömrü olduğunu düşünmüyorum. Evlilik sadece aşk değildir.evlilik, ev arkadaşlığı, sırdaşlık, beraber yaşlanmak istediğiniz bir insanla verilen sözlerdir. Aşk evliliklerde gider ve gelir, aşk evlilik hayatında sıralamada yerini değiştirir. Doktor eşi olmanın zorlukları yanında mutluluk getiren yanları da var, ama evet zordur. Çünkü belli bir mesaisi yok doktorluğun ve devamlı okumak zorundalar.böylece size ayıracağı vakit çok sınırlı. Farklı mesleklerde olmamız mutluluk getiriyor evliliğimize. Evde konuşulacak daha farklı konular ortaya çıkıyor, olumlu etkisi olarak şunu söyleyebilirim, bende eski bale sanatçısıyım ve bir okulum var. Doktorlar hobi olarak sanatın ve sporun bir çok dallarıyla ilgilenirler. Benim mesleğim ortak hobimiz oldu, olumsuz olarak şunu söyleyebilirim benim mesleğim insanların keyif için geldikleri bir yerken onun hastalarıyla ilişkisi her zaman keyifli sonlara ulaşmıyor” şeklinde konuştu.

Yazar ve Doktor Evliliği
Görüştüğümüz bir diğer doktor eşi ise yazar Ali Ulvi Özdemir, Prof. Dr. Yasemin Özdemir ile evli. Eşinin mesleğinin ne olursa olsun çok seveceği için, onunla mutlu bir hayat geçiriyor olmak, onun doktor oluşunu gölgede bıraktığını söyleyen Ali Bey, şunları söyledi: “Ama elbette eşimin doktor olmasının artıları yok değil. Doğal olarak hem benim hem de çocukların sağlık problemleriyle ilgilenen, bu konuda bilgili biriyle evli olmak büyük şans.
Eşimin Doktor Oluşu Sağlık Konusunda Daha Az Endişelenmemde Etkili
Geçen yaz bir sohbet sırasında o gün ilginç bir olay olduğunu ve gözüme kısa süreli bir karanlık indiğini söyledim. Sadece 3-4 dakika sürmüştü ve geçmişti. Önemsemedim. O akşam sadece konuşma konusu olarak ilginç olabileceğini düşünüp anlatmamla eşimin panikleyip diğer arkadaşlarını araması bir oldu. Meğerse çok önemli bir felç atağı geçirmişim ve önemli bir damarım yırtılmış. Oluşan pıhtı göze giden damarlardan birini tıkayınca geçici görme bozukluğu olmuş; daha önemli bir damarı da tıkayabilirmiş. Akşam hemen acile gittik ve bir hafta kadar hastanede yattım. Halen kan pıhtılaştırıcı ilaç kullanıyorum. Söylemek istediğim, eşim başka bir meslekten olsa bu olayın üzerinde durmayacaktık ve gerçekten pıhtı atma olayı tekrarladığında ani bir felç riski oluşabilecekti. Bu tipik bir olay. Eşimin doktor oluşunun çocukların ve yakın çevremin sağlık konusunda daha az endişelenmesinde etkisi çok büyük. Onun varlığı sağlık açısından bilgilenmemiz ve tedbirli olmamız açısından çok büyük bir şans. Ayrıca eşimin hastalarıyla olan ilişkisi, onlara sevecen ve sabırlı davranışı bizimle olan ilişkisine de yansıyor. Tek sorun, bir erkek olarak eşime olan ödenmeyecek borçlarıma ek olarak bu konudaki katkıları karşısında hep kendini borçlu ve hakkını ödeyemeyeceğim duygusuyla kendimi çaresiz ve mahcup hissetmemdir. Bir doktorla evli olmak diğer pek çok meslekten olan biriyle evli olmak kadar harika bir duygu.
Tam Gün Yasası ile Eşimin Harcadığı Enerji ve Emek Değişmedi Ama Ücreti Düştü Tam Gün yasası evde de huzursuzluk yarattı açıkçası. Eşimin harcadığı enerji ve emek değişmedi ama ücreti düştü. Adapte olmakta zorlandık. Haksızlığa uğramış olmak duygusu yanında eşimin hastalarından uzak kalışı da olumsuz bir psikoloji yarattı, moralleri bozdu. Devlet yönetiminde bulunanların bir kararı ile kendimizi daha güçsüz hissettik. Geleceğe olan güven duygusu zedelendi.
Sorunları Çözüm Şeklimiz Konuşmak ve Dinlemek
Eşim aydın bir insan. Doktor olmak için uzun bir eğitim gerektiği malum. Ve belki de meslekler arasında insanın kendini sürekli olarak yeni bilgilerle donatması için çaba harcaması gereken en başta gelen meslek, doktorluk. Dolayısıyla eşimin doktor oluşu, bilimsel çalışmalar yürütmesi, bilgilenme ve kendini eğitme sürecinin uzun olduğu bir meslekte oluşu, onun hissetme, sezme, kavrama ve analiz yeteneklerine hep güvenmeme yol açtı. Bu açıdan sorunları çözüm şeklimiz konuşmak ve dinlemektir. Sorun elbette her evlilikte var. Tartışmak da öyle… Ama mesleği gereği çağın ve bilimin en son gereklerini takip eden biri olarak eşimle olan problemlerimin çoğunun, problemi analiz etmekle, tabiri caizse onu atomlarına ayırıp gerçek nedenlerini birlikte ortaya koymakla büyük ölçüde ortadan kalktığını deneyimlerime dayanarak söyleyebilirim. Bence eşlerin problemlerini her ne olursa olsun konuşmaktan kaçınmaması, mutlaka empati yapmaları ve özellikle kendileri dışındaki faktörlerden kaynaklanan sorunları ayırt etmeleri gerekiyor. Eğer güven unsuru kaybolursa, sorunlar da gerçekte olduklarından daha büyük görünürler. O sizin severek, seçerek evlendiğiniz ve mutlu anları paylaştığınız kişi. Bu geçmişe saygılı olmak adına güvenmek en son ana kadar şart ve kolay elden çıkarılmamalı. Tabii en önemli şart önemli konular için özel zamanlar yaratmak ve başka hiç kimseyi soruna davet etmemek.
Evlilik Biraz da Demokrasi gibi
Evlilik biraz da demokrasi gibi. Hiçbir zaman “bitti, mükemmel demokrasiyi buldum” diyemeyeceğimiz ve hep daha iyisini aramaktan vazgeçemeyeceğimiz gibi, evlilikte de “ben buyum, başka biri olamam” dememeli. Kendimize her zaman daha iyi olmak için şans tanımalı, karşımızdakinin daha mutlu olması için yapacaklarımızın sonuna gelmediğimize, insanoğlunun sevmek adına kapasitesinin sonsuz olduğuna inanmamız gerekir.
Çaba, Yargıdan Önce Gelmeli
İletişimde ise konuşmak bakmaktan, hissetmekten ve anlamaktan, sormak ise sanmaktan çok daha işlevseldir bence. Çaba, yargıdan önce gelmeli. İnsanın kendini haklı görmesi “haklısın” demekten daha kolay. Bunu hiç diyemediğimizi fark etmek bizi rahatlatmamalı. Doğada böyle bir dağılımın eşlere denk düşmesi çok zor bir olasılık olarak değerlendirilmeli. Kendimizde hiçbir hata payı bulamadığımızı fark ettiğimizde bunu bir hata olarak değerlendirmeliyiz.
Bukowski, tüm görmüş geçirmişliğiyle “ilişkilerin ömrü iki yıldır” demişti
Çok sevdiğim ve hatta hakkında bir de kitap yazdığım, Amerikalı şair ve yazar Bukowski, tüm görmüş geçirmişliğiyle “ilişkilerin ömrü iki yıldır” demişti. Ben böyle sürelerin olduğuna da evliliğin aşkı tükettiğine de inanmıyorum. İnsan kendi biricikliğine inanıyorsa kendi ilişkisinin de keşfedilmemiş, kimse tarafından kurallaştırılmamış alanları olabileceğine inanmalı ve hep bu arayış içinde olmalı.
Unutmamalıyız ki Evlilik Kitabını ya da Müziğini Biz Yaratıyoruz
Güzel tablolar, heykeller, büyük edebiyat eserleri nasıl bakmakla, okumakla tükenmiyorsa, insan da ilişkisini yaşayarak tüketemez. İronik bir biçimde Bukowski’nin tüm kitaplarını birden fazla kere okudum. Kitapları arasında yirmiden fazla kere okuduklarım var ve inanmayabilirsiniz ama ömrümün sonuna kadar okuyacağımı biliyorum. Beethoven’in ya da Mozart’ın eserlerini bir kez dinleyip bir daha dinlememezlik etmediğimiz gibi Dostoyevski’nin Budala’sını ya da Suç ve Ceza’sını da bir kez okuyup bir daha okumamazlık etmeyiz. Her defasında aynı hayranlık ve coşkuyu hissederiz. Ama pop müzik diye ortada olan eserleri tüketip, atarız. Eşimizi de iyi dinlemeliyiz. İyi bir müzik gibi, sonsuza kadar güzelliğini koruyabilir. Unutmamalıyız ki evlilik kitabını ya da müziğini biz yaratıyoruz.”

“Yalnızlık İnsana Uygun Bir Yaşam Biçimi Değil”
Evlilik ve Aile Danışmanı uzmanı olan Psikolog İlkim Öz, her iki taraf doktor ise sorun olmadığını ancak, eşlerden birinin farklı meslek grubundan olduğunda nöbetleri ve diğer ekstra işlerin zor geldiğini dile getirdi. Öz, konuyla ilgili şunları söyledi: “İnsanı diğer canlılardan ayıran özelliğini tanımlarken “insan sosyal bir varlıktır” diyoruz. İnsanın sosyal bir varlık olması, onu sosyal ve özel ilişkilere yönlendiriyor. Yalnızlık insana uygun bir yaşam biçimi değil. İnsan kendisini yalnız hissettiğinde, beyin stres ve mutsuzluk hormonlarını salgılar. İnsanın en temel gereksinimi olan “sevme ve sevilme” içgüdüsü her zaman aktiftir. Kişi beğenilmek, onay görmek, sevilmek ve paylaşmak için ilişkiler kurar: Beynimizin duygu merkezi; böylelikle seratonin, endorfin gibi mutluluk hormonlarını salgılar ve kişi kendisini mutlu, onaylanan, seçilen ve sevilen biri yani “özel” hisseder.
“Karşı Tarafın Bizdeki Kayıtlarına göre, Beyin Bu İlişkiyi Onaylar ve İhtiyaç Duyar”
İlişki ve evliliklerde aşkı yaşayabilen kişiler, hiç kuşkusuz bu aşkı korumak adına çaba sarf etmeliler. Zaten de bunu seçerler. Beynimiz karşı tarafın davranışlarını “hoş” ve “nahoş” olarak kategorize eder. Karşı tarafın bizdeki kayıtlarının çoğunluğu “hoş” ise, beyin bu ilişkiyi onaylar ve ihtiyaç duyar.
“Erkeklerin, Kadınlara Oranla İletişime Daha Kapalı Olduğu Bir Gerçek”
Erkeklerin, kadınlara oranla iletişime daha kapalı olduğu bir gerçek. Aslına bakarsanız erkekler ilişkide ya da evlilikte “sorun” duymak istemiyorlar. Kadın ise sorunları tespit ediyor ve çözümü için konuşmak istiyor. Erkek konuşmak istemiyor. Erkek konuşmak istemedikçe, kadın konuyu daha çok gündeme getiriyor yani “dırdırcı kadın” oluyor erkeğin gözünde.
“Aşk, İnsanda Uyku ve Yeme Bozuklukları Yapar”
Aşk insanı son derece değiştiren bir duygudur. Korkak biri aşık olunca en cesur insana dönüşür. İş kolik biri aşık olunca işi gücü bırakır ve aşkıyla baş başa zaman geçirir. Aşk, insanda uyku ve yeme bozuklukları yapar. Geceleri göze uyku girmemesi, bir lokmanın boğazdan geçmemesi gibi. En gerçekçi insan bile, aşık olduğunda bolca hayaller kurara. Aşk yaratıcı düşünceyi aktifleştirir. Aşk “hiper” bir duygudur ama aynı zamanda en katı insanı bile, melankolik bir romantiğe çevirebilir.
“Ne Kadar Özen Olursa Aşk O Kadar Uzun Süre Yaşar”
Aşkın belli bir ömrü olduğu düşüncesine katılmıyorum. Aşkın ömrünü, aşkı yaşayan çiftler belirliyor bence. Ne kadar özen olursa aşk o kadar uzun süre yaşar. Ayrıca aşkta “cinsel aşk” ve “tutku” çok önemlidir. Uzun yıllar birbirlerine tutkun ve cinsel aşklarını kaybetmeyen pek çok çift biliyorum. Ancak aşk bittiği zaman evliliklerde ciddi depremler oluyor. Evlilik terapilerine katılan pek çok danışanım bu sorunla boğuşuyor. “Artık onu sadece insan olarak seviyorum.” Bu da kişileri yeni aşklara açık kılıyor ve ihanetler devreye girebiliyor.
Bazı İnsanların Beyinleri Olumlu Kişiye Değil de Olumsuza ve Mutsuzluğa Odaklı
Bazen beyinde karşı tarafla ilgili “hoş” ve “mutluluk veren” kayıtları çok az oluyor. Bazı ilişkilere bakıyorsunuz, her iki tarafta son derece mutsuz, ilişki kavgalar ve birbirini aşağılamalar üzerine kurulu. Buradan da görüyorsunuz ki, bazı insanların beyinleri olumlu kişiye değil de olumsuza ve mutsuzluğa odaklı. Beyin, olumsuzluktan ve kavgadan besleniyor. Bazı beyinlerin sinyalleri böyledir. Hani deriz ya; “bu çift kavgayla besleniyor” diye, bu doğrudur. Eğer, karşı tarafı objektif analiz edebilirsek, içinde bulunduğu ruh halini anlarız ama psikolojik sorunları olduğunu ancak onunla aynı evde yaşamaya başlayınca fark edebiliriz.”
9 Kasım 2011 Çarşamba
“İLAÇ VE TIBBİ CİHAZDA YÜZDE 98 DIŞARI BAĞIMLIYIZ”
Antalya'daki 2. Uluslararası Avrasya Hematoloji Kongresi'nde yurt içi ve yurt dışından çok sayıda hematolog bir araya geldi. Antalya Mardan Palace Otel'de yapılan kongreye, 18 ülkeden 100'ün üzerinde yabancı bilim insanı katıldı. Estonya, Litvanya, Azerbaycan, Gürcistan, Özbekistan, Kazakistan, Bosna-Hersek, Tacikistan ve Kırgızistan gibi ülkelerden gelen bilim insanları, kongrede kemik iliği nakli, lösemi, lenfoma ve kök hücre gibi hematoloji alanında öne çıkan başlıkların yanı sıra yeni tanı ve tedavi yöntemleri ele aldı. Öte yandan, kongrede yan dal asistan eğitimi ve 100 üzerinde aile hekimine de hematoloji kursu verildi. Hematoloji hemşireliği eğitiminin de verildiği kongrede, yurt dışından gelen katılımcılara hematoloji eğitimi verildi.
Kongre Başkanı Prof. Dr. Süleyman Dinçer, bilimsel çalışmaların yer aldığı kongreden çok başarılı sonuçlar elde edeceklerini belirtti. Tüm katılımcılara teşekkür eden Dinçer, kongrenin Türk ve dünya bilimine katkı sağlayacağını söyledi.
“Türkiye, İlaç ve Tıbbi Cihazda Dışa Bağımlı”
Kongrenin açılışına katılan YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, kendisinin bir tıp kongresinde bulunmasının yadırganmaması gerektiğini bunun haklı gerekçelere dayandığını ifade ederek, “Sağlık alanında hizmette çok iyi işler yapılırken, araç gereçlerin, buna ilaçları, aşıları, serumları, MR'ları her şeyi dahil edebilirsiniz, yüzde 98 dışarı bağımlıyız. Bu gerçekten, üzücü bir şey. Bunu derhal değiştirmemiz lazım” dedi.
Özcan, son zamanlarda YÖK ile Sağlık Bakanlığı arasındaki ilişkinin gündeme geldiğini anımsatarak, bu nedenle tamamen işin ortasında olduklarını bildirdi. Yüksek öğretimle ilgili bazı noktalara dikkat çekmek istediğini, dünyada yüksek öğretimin değişim gösterdiğini, Türkiye'de de yüksek öğretimi değişime zorladığını ifade eden Özcan, “Vizyon ve misyonumuzun da değişikliğe uğramasını gerektiren bazı makro rüzgarlar dediğimiz konular var” diye konuştu. Özcan, son zamanlarda dünyadaki bütün yüksek öğretim sistemlerinin ''belli güçlerin, belli rüzgarların etkisi altında'' olduğunu belirterek, şunları söyledi: “Bunlardan en önemlisi, son yıllarda yüksek öğretime olan taleptir. Dünyanın her ülkesinde yüksek öğretime korkunç bir talep var. Bu klasik anlamın dışında tezahür ediyor. İnsanlar, ikinci üniversite diplomalarını almak istiyorlar, insanlar kendilerini eksik gördükleri konularda üniversite eğitimi almayı talep ediyorlar. Ayrıca, lisans tamamlama eğitimine başlamak istiyorlar. Farklı şekillerde de olsa tüm bu taleplerin muhatabı üniversiteler oluyor. Her seferinde bize geliyorlar. Türkiye de bunun istisnası değil. Ülkemizde de bu tür talepler gerçekten arttı. Özellikle ülkemizde iki yıllık okullardan mezun olan 600 binin üzerinde insanımız var. Hemşirelikten başlayarak bu 2-3 yıllık okulları 4 yıllığa tamamlamaya başladık. Birkaç üniversitemiz şimdi bu faaliyet içerisindeler. Bu tür faaliyetler ve taleplerin giderek artacağını düşünüyoruz. Üniversitelerimizin de bu tür talepleri karşılamak için hazır olduğunu biliyoruz. Bu da bizi gerçekten sevindiriyor.”
“Times Dergisinde Geçen Yıl 112. Ve 183. Sırada Olan İki Üniversitemiz, Maalesef Bu Yıl 200'lü Sıraların Arkasına Düştü”
Üniversitelerde üretilen makale sayısının önemli olduğunu vurgulayan Özcan şunları kaydetti: “Dünyanın neresinde ne oluyorsa takip edilmesi gerekir. Biz de gelişmeleri günü gününe takip etmeye çalışıyoruz. Maalesef, ülkemizdeki üniversiteler çok uzun zaman dünyadaki bu rekabetten uzak kaldılar, çünkü sistem kapalıydı. Sistemin böyle bir talebi de yoktu. Ama şimdi hem bilgi birikimimiz bakımında davetlere katılabilecek durumdayız hem de kendimizin ne olduğunu görmek gibi bir dileğimiz var. Açalım kapılarımızı bakalım, kaç öğretim üyesi, kaç öğrenci bizi tercih ediyor. Makaleler de ne kadar iyi durumdayız. Bunların kaçı önemli dergilerde yayımlanıyor, görmeliyiz. Times Dergisinde geçen yıl 112. ve 183. sırada olan iki üniversitemiz, maalesef bu yıl 200'lü sıraların arkasına düştü. Bu, Türk eğitim sistemine karşı yapılan bir oyundur. Gerçekten, hiçbir neden yokken sıraları oynatmak çok akıllıca bir iş değil. Olsun, bu bizi yıldıramayacak. Biz, tekrar hak ettiğimiz üstteki sıralara tırmanmaya devam edeceğiz.''
Türkiye, Yayın Sayısında İyi, Patentte Kötü
Özcan, yayınlarda gerçekten çok iyi durumda olunduğunu belirterek, “Son 30 yılın istatistiklerine bakıldığında Türkiye, indeksli dergilerdeki yayın hızında dünyada 3. sırada. Bizim önümüzde Çin ve İran var. Yayınlarımız çok iyi, fevkalade tatminkar bilgi birikimi var, ama patente geçişte herhalde dünyanın en kötü ülkelerinden birisiyiz.2008'de İsrail'de indeksli dergilerde basılan makale sayısı 9 bindi. Türkiye'nin de 18 bindi. Tam iki katıydı. Ama ABD patent müracaatlarına bakıldığında onların sayısı 556, bizim sayımız ise 85'dir” dedi.
Kongre Avrupa Ve Asya Hematologlarına Uygun
Kongrenin açılışında Özbekistan'dan katılan Prof. Dr. Saidcelal Bakramoc, toplantının bilimsel olarak Avrupa ve Asya hematologlarına uygun olarak hazırlandığını ifade etti. Özbekistan'da özellikle TİKA gibi kurumların ve Prof. Dr. Dinçer gibi bilim insanlarının desteği ile kemik iliği nakline başlandığını belirten Bakramoc, bundan dolayı Türkiye'ye teşekkür borçlu olduklarını anlattı.
Rusya'dan Yuri Chervonobab ise Türkiye'de hematoloji alanında yapılan çalışmaların dünyaya örnek bir nitelik taşıdığını ifade ederek, kongrenin iki ülke arasındaki dostluk ve bilim çalışmalarını geliştireceğini belirtti.
Kırgızistan'dan Abdülhalim Raimzhanov da Orta Asya'da ilk kez kemik iliği naklini gerçekleştiren ülke olduklarını bildirdi.